‘İsrail’de bir değil binlerce Netanyahu var’

Hamas, Katar ve Mısır’a Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasına ilişkin önerilerini onayladığını bildirdi. İsrail Savaş Kabinesi ise Refah’ta saldırılara devam kararı aldı. Hala neden saldırıları sürdürüyor?

İsrail’in nihai amacı “vaat edilen” topraklar mitine atıfla büyüyerek Orta Doğu’nun baskın ve üstün ülkesi olabilmektir. Bunun için de günümüzde Büyük Orta Doğu Projesi olarak adlandırılan, kökeninde politik Siyonizm misyonunu taşıyan bir ideali kurgular. Bu idealde Filistin’de sadece Yahudiler ya da Yahudi yönetimi altında yaşamayı içselleştirmiş kişiler bulunabilir. Hiçbir zaman “seçilmişlerden (!)” olma şansı bulunmayan birinin tam ve eşit bir İsrail yurttaşlığı elde etmesi kâğıt üstünde olsa bile gerçekte olanaksızdır. Örneğin; İsrail Anayasası’na bağlı Arap bir yurttaş Yahudi kökenli bir İsrailli ile aynı nihai haklara sahip görülmez. O nedenle inşası süren İsrail’in bu motivasyonla etnik bir arınma yolunu seçmesi şaşırtıcı değildir. Bu savaş son Filistinli toprağından sürülene dek devam ettirilecektir. Bugün bir ateşkesle sonlandırılsa bile yarın yeniden ve mutlaka başlayacaktır. 

Refah, Gazze Şeridi’ndeki saldırılardan kaçan yaklaşık 1.5 milyon kişinin sığındığı bir kent. Gazze’nin Refah kapısı İsrail tanklarıyla kapatıldı. İsrail’in hedefi ne?

Refah kapısı, Gazze’nin üç sınır kapısından biri. Burada İsrail’in ne yapmaya çalıştığı açık: Filistinlileri topluca imha etmek! Ama Mısır’ın ne yapmadığı da hemen bunun yanında iyi okunmalı. Uluslararası toplum buna artık “Dur!” demeli derken Mısır’da İsrail’i protesto eden siviller mitinglerde gözaltına alındı.

İsrail ordusu Refah’a karadan saldırı da başlattı. Zaten bu endişeyle bölgenin doğusunda zorunlu göç başlamıştı. Biz önümüzdeki günlerde neler yaşandığını göreceğiz?

İsrail kendi topraklarına döndüğü tezini şiddetle savunuyor. En son ne zaman oradalardı? M.S. 130’larda. Yani İsrail’in kurulduğu güne kadar orada Yahudi varlığı ülke kurma fikrinin yeşertecek ölçüde değildi. Şimdi ise aynı şeyi eskiden ezici bir demografik ve nüfuz üstünlüğü olan Araplara yapmaya çalışıyorlar. Onları katledecek ya da en iyi olasılıkla kendi evlerinden sürecekler. 

ABD, İsrail’i yalnız bırakamaz

Heniyye yaptığı açıklamada, “Netanyahu saldırganlığı sürdürmek ve çatışmayı genişletmek için kalıcı gerekçeler icat etmek istiyor” dedi. Haklı mı?

Haklı ama eksik bir yorum. Bu bir anlık/dönemlik bir savaş değil. İsrail’de bir tek Netanyahu yok. Bu sapkın ideolojiyi ve amaçları benimseyen binlerce Netanyahu’nun olduğunu düşünmek romantizm değil, realizmdir. Yani savaş zaten büyük cepheli, çok boyutlu, uzun süreli bir savaş. İsrail’in gerekçeleri hiçbir zaman geçici değildi, icat edenler de bugünün İsrail kabinesi değil. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırılarıyla İsrail’e umduğu en uygun gerekçeyi sağladığını da unutmamak gerek.

Reuters’e konuşan Filistin lideri “Bu terörde, işgalin yanı sıra Amerikan yönetimi de sorumluluk taşıyor” ifadelerini kullandı. Bir yandan da ABD’de üniversitelerde ciddi eylemler yapılıyor. Seçime giderken ABD’nin görmezden geleceği bir durum değil. Buna rağmen İsrail’e desteğini sürdürür mü?

ABD yönetimi son günlerde İsrail’i sanki sempati duyduğu ayrı bir ülke gibi gösteriyor. Ve İsrail’i kararlarında özgür bırakıyormuş gibi tavır takınıyor. Oysa “özgür bırakmak” için öncelikle o şeyin sahibi olmak gerekir.

Kara harekatı konusunda Beyaz Saray’dan gelen açıklama “Desteklemiyoruz” şeklinde. ABD’nin desteklemediği bir operasyonda İsrail ne yapabilir?

Daha nisan ayında Biden, İsrail’e askeri yardımın da yer aldığı 26 milyar dolarlık bir yardım paketini imzaladı. İsrail’in “Orta Doğu’daki ABD” olduğunu hatırda tutmalı. İsrail karşısında düzenli bir ordu yok, gerillalar ve siviller var. İsrail sarsılan ve aç-susuz bırakılan insanlara bomba yağdırıyor. İsrail’in yanında, arkasında ise ABD destekli müthiş bir mühimmat birikimi var. Siyasi DNA’sında İsrail olan ve bunu Yahudi olmadığı halde “Ben Siyonistim” diyerek ortaya koyan Biden’ın İsrail’den sonra en çok Yahudi nüfusunun yaşadığı ABD’de kritik seviyelere yükselen antisemitizme rağmen İsrail’i yalnız bırakması olanaksız. Biden’ın, Holokost Anıt Müzesi ziyaretinde dahi  Nazilerin yaptığı soykırımdan bu yana Yahudiler için en ölümcül gün olarak 7 Ekim Hamas saldırılarına işaret etmesi çok anlamlıdır.

BM Genel Sekreteri Guterres, “Refah’a kara saldırısı kabul edilemez” dedi. Kabul edilemez açıklaması bir yaptırıma dönüşebilir mi?

Guterres son derece hümanist bir karakter. Ancak, BM’nin ne denli etkisiz olduğu savaş süresince kanıtlandı. Yaptırımın gelmeyeceği İsrail ve Filistin’e barış çağrısı yaparken İsrail’e tam desteğini açıklayan G7 ülkelerinin tavrından okunabilir.

Çiğdem Bayraktar Ör

TÜRKİYE, HAMAS’I PROTOKOLDE AĞIRLAMAMALI

Türkiye ne yapar, ne yapmalı?

İnsanların orantısız güçlerce acımasızca katledildiği bu savaşta Türkiye elbette tavizsizce bebeklerden, çocuklardan, masum sivillerden yana savaş karşıtı bir tavır almalı. Ancak bunu yaparken benzer eylemleri defalarca gerçekleştirmiş Hamas’ı da protokolde ağırlamamalı. İsrail’in bölge ülkelerinden biri olduğunu hiç unutmadan “Sana ülke diyenin yüzüne tüküreyim”, diyen Necip Fazıl’ın ütopik mısralarıyla işlerin yürümeyeceğini iyi kavramalı. Ve en önemlisi laik bir Türk devleti olduğumuzun bilincini taşıyarak olan biteni değerlendirmeli. Türkiye’nin daha etkin arabuluculuğu oynaması ancak kendini Hamas zihniyetiyle özdeşleştirmezse sahici ve mümkün olabilir. Bu arada eğer iktidar, yaşanan katliamları gerekçe göstererek zaten İsrail’in tahliye etmek istediği Filistinlileri ülkemize çağıracak olursa sadece ve sadece Büyük Orta Doğu Projesi’ne ve “Büyük İsrail” hayaline destek vermiş olacaktır. AKP iktidarı bunu içi boş ümmetçilik söylemi ve “sözde hayırseverlik” vurgusuyla gerçekleştirmeye yakındır. Bununla birlikte; hasıraltı edilecek bir başka motivasyonu daha olacaktır.

Nedir o?

Dibe vuran ekonomik koşulları ülkeye sokacağı her mülteci üzerinden kazanç elde ederek iyileştirebilmek. Böylece “milli irade” diye diye hem BOP’a hizmet edebilir, hem de siyasi alanda yeniden güçlenebilir. Ne de olsa iktidarda kalmak için her yolun mübah olduğuna inançları tamdır. Bu olasılığa Celal Bayar’ın bugünkü iktidara benzeyen diliyle ve yaklaşımıyla örnek verelim: (29 Kasım 1958) “Kıskançlar, dış yardımı istemeyenler, milli kalkınmayı istemeyenlerdir. Milli kalkınmaya mani olmak isteyenler milli irade karşısında karınca gibi ezilecekler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir